4 Ocak 2016 Pazartesi

Bir Italya hikayesi : Örümceğin Laneti





Uyandigimda anladimki; depoya benzer, havasiz bir yerde sandalyeye halat ipleri ile baglanmistim. Nasil olduysa anahtarlarim elimdeydi. Kalin halati kesmeye calistim. Başaramadim. Ayni zamanda da birazcık vakit kazanmak için Macar mafya tetikçisini lafa tutuyordum. Bir saat sonunda tüm umudum tükendi. Elimdeki anahtarlari mafya tetikçisini yaralama maksatli firlattim...

Saat sabahın 4’ünde kar yağışı altında esen tipiye – tipi zaten kar yağışıyla olur, saçmalık - karşı otoyolun kenarında yürüyordum. Burada ne işim vardı Allah aşkına, ne yapıyordum ben ! Otoyoldaki tır şoförlerinin bakışlarını an ve an üzerimde hissederek buz gibi soğukta yoluma devam ediyordum. Birden Faiz aklıma geldi. Bazen insan böyle uzun yürüyüşler yaparken aklına gereksiz düşünceler üşüşür. Faiz, - evet ismi buydu adamın ! – TDK: (isim), (ekonomi) İşletmek için bir yere ödünç verilen paraya karşılık alınan kâr, getiri, nema. Ona derdim ki “ what kind of name you got ? “ a god damn economic term “ Interest ! You say that you are religious person, don’t you know Faiz is haram in Islam ? “ Bana bakardı ve derdi “ Are you finished ? “. Ben “ Yes, I guess “. Gülerek derdi ki “ No, Dino ! You are not Finnish, you are Turkish !!! “  Bu onun favori esprisiydi. Gecenin 3’ünde mutfakta bir şeyler tıkınırken karşıma geçmiş katıla katıla gülüyordu lanet adam. İyi ki ona yılbaşında seneye görüşürüz esprisini yapmamıştım. Bana bir yere gidip gitmediğimi sordu. Normalde etrafta gece gündüz pijamayla dolaşırım ben. Havaalanına gideceğimi söyledim ve arabasıyla beni bırakmasını rica ettim. Ayrıca onun o Pakistanlı çirkin yüzünü gecenin bu vakti görmekten de  ilk defa sevinç duyduğumu ekledim. Reddetti, “ yarın erken kalkmam lazım Dino “ dedi. Alt tarafı 20 dakikasını alacaktı. Fazla üstelemedim. Veda ettikten sonra kapıya yöneldim. “ Hey nereye gidiyorsun ? “ diye sordu aceleyle. Öyle bir ses tonu vardi ki, umutlandım, belki de demin o gereksiz şakalarından birini yapıyordu ve aslında beni havaalanına götürecekti. Ona baktım. O da bana baktı. Bir süre bakıştık. Garip bir sessizlik oldu. Sonra herifin meraktan bu soruyu sorduğunu anladım. “ Italya “ dedim ve dışarı çıktım.

Çok yorgundum. Hayat mı beni yormuştu ? Pek sanmıyorum. 24 yaşındaydım ve 45 dakika olarak hesapladığım bu yürüyüşte 1 buçuk saati geride bırakmıştım. Geriye dönüp baktım, bir tır geliyordu. İyice kenara çekildim. Tır büyük bir gürültüyle yanımdan hızla geçti. Ayrıca ulaşmaya çalıştığım köprü de bir türlü yakınlaşmıyordu. Dün sınav için gecelemiş ve sabahın köründe 6 saatlik sınava girmiştim. O yorgunlukla yürüdüm, daha yürüdüm ve sonra gene yürüdüm. Köprü bir süre sonra doğal olarak yakınlaştı, ona tırmandım. Artık köprünün üstündeydim ve sadece 15 dakikalık yürüme mesafesi kalmıştı. Nehre ve ilerde görünen şehrin ışıklarını eyrettim bir süre. Ayaklarım buz kesmişti. Geriye kalan yolculuk 45 dakika sürdü. Sabahın 5’buçuğu vurduğunda – Italya’da değildim ama yarım saatte bir vuran kilise çanlarından bu vurmak kelimesini kullanabilirim sanırım - . Evet sanki gavur memleket Italya’nın havasına daha şimdiden girmiştim. Hazır Italya’nın havasına girmişken ufacık havaalının bekleme salonunda Erika ve onun gri eşofmanını gördüm. Erika 200 metre mesafeden bile sezebileceğinin erkeksiliğiyle lesbiyen olduğunu dakikasında anlayabilirdiniz – tabii ki gözleri miyop olanları bu cümlenin hükmünden ayrı tutuyorum. Ben de zaten bir arkadaştan alıntı yaptım (hayır Legolas değil) –  . Miyop arkadaşların bana teşekkür etmesine gerek yok tabiiki, Lütfen Legolas’a da teşekkür etmeyin. Erika Italyandı. Ikimizde şaşırmıştık. Elinle biz Türklerin izah hareketi olarak algıladığı hareketle burada ne işim olduğunu sordu. Saçma bir soruydu. Havaalanında trene binecek değildim. Yine de yanıtladım. Italya’ya gidecek olmama şaşırdı. Ben de ona arsızca bana sorduğu soruyu tekrarladım. Erika annesini uğurlamaya gelmişti. Bir süre sonra Milano’ya ulaşmayı planladığım o yere batasıca uçakta Erika’nın annesiyle yanyanaydık. Uçak bomboştu ama bize koltukları yanyana vermişlerdi. Saç koruyucu şampuanımı – reklam olmasın diye marka vermiyorum ama tv’deki reklamında dünyayı kurtaran adam Cüneyt Arkın artık beyazlamış gür saçlarının yanını elleriyle tarayıp seyirciye saçlarınınız dökülmesin diyerek bir mesaj veriyordu. Saçlarım hala dökülüyordu Kara Murat, Fatih’in fedaisi ! Filmlerinde dürüst Türk polisini canlandıran ütopik bir karaktere inanmıştım -  ve C vitamini suyuma sahip çıkan Erika’ya minnet borçluydum ve annesinin yol boyunca sıkılmaması için elimden geleni yapacaktım. Uzun sesssizliklerden hoşlanmam. Fransız isminden – Giselle – girip Erika’nın onunla Italyanca konuşmaya çalıştığım zaman kızmasına kadar anlatıp muhabbeti harladım. Açıkçası bu havadan sudan muhabbette Italyan bir kadını bastırdığıma inanamıyordum. Kadının hızlı Torino aksanından bir şey anlamıyordum. Ben anlattım o da onayladı bazen de güldü. Uçak Riga’ya inmek yerine Vassa’ya konunca bir şeylerden şüphelenmek gerekirken, kadına şakayla karışık uçağın kaçırılma ihtimalinden bahsediyordum. Vassa’dan planörden bozma bir uçak ile Riga’ya vardık. Giselle benden birazcık sıkılmış gibiydi. Beni derin uykumdan uyandırdığı zaman ona küfür ettiğimi sanmıştı. Insanların anlamadığı küfürleri etmekten hoşlanırım. Havaalanı binasına girdiğimizde “ Posso capire che vuole dormire un’ po “ dedi. Evet uyumak istiyordum. Ayrıldık. Fakat aklima lanet olasi bilgisayarim dusmustu. Saat 9 sulariydi. Bilgisayarimi actim. olacaklardan habersiz olan ablamla skype'ta chat yaptik biraz. Sonra internette haber sitelerini tıkladım ve biraz beyin sapıma egzersiz yaptırdım. Internette pek ilginc bi seyler yoktu. Buna ragmen tıklamalarım bittiğinde saat 10'u vuruyordu. Bir an Giselle ile goz goze geldik. Yorgundum, uyumak istiyordum. daha bir saat vardi ve ulkeler arasindaki saat farkindan bihaberdim. Uyandigimda etrafta kimsecikler yoktu. Herkes ucaktaydi ve kapilar kapanmisti. Malkoçoğlu’na güvendiğim gibi Giselle'e de guvenmekle hata yapmistim. 19 yasinda yasadigim stresi 24 yasimda tekrar yasiyordum. Morpheus'un sozu aklima geldi. " Bazi seyler degisir, bazi seyler ise degismez " ve kabul etmemiz gerekirki Morpheus bunu Niobe’ye soylediginde zerre karizmatik degildi. Derhal kapidaki kadinla konustum. Arayabilecegim kimse yoktu. Geçen sene Selanik’e giderken dağın başındaki Skavsta havaalanında tanıştığım Litvanyali hatun Aurelija Elzbieta cok uzaklarda Malta'daydi.  Kadin beni transfer centre'a yolladi. Stresten ziyade sinir bozuklugu icerisindeydim. Transfer centre'da onumdeki gurultucu aile de sinirimi daha fazla bozmaktan baska hic birsey yapmadi.

Milano'ya inmeliydim, Milano olmassa herhangi bir Italyan sehri, o da olmassa, Italya'ya yakin ulkelerden birine gidecektim. Gurultucu aileye bakarken A'dan Z'ye planlarimi kurmaya basladim. C plani Frankfurt daha olasi gozukuyordu. Sadece iki saat sonraydi. Tek endisem Almanya'daki pahali tren fiyatlari idi. Gurultucu aile mekani terk ettiginde transfer centre' daki kadin onume Berlin ve Hamburg secenklerini sundu. Cok uzaktilar, baska opsiyonum var mi dedim. Baltic Air'de yok ama Lufthansa'da Frankfurt var dedi. Kendi bilet fiyatlarindan bahsetti. Frankfurt'u sordum. Fikri olmadigini soyledi ve bana Lufthansa ofisini tarif etti. Allak bullak olmus zihnim ofisi anca 5. seferde bulabildi. Ofiste söylediklerime cok guzel gulen nazik bir hanfendi vardi. – Güzel gülen kadınlar her zaman hoşuma gitmiştir -  Bana Milano ucagi da buldu. Boylece trene binmek zorunda kalmicaktim. Fiyat Milano ucagi ile birlikte bekledigim kadardi. 203 LU yani 300 Euro, direk affetmeyip Euro'dan daha degerli olan Litvanya parasini  ovdum. Euro bolgesi disinda olmalarinin akillica bir karar oldugunu ekledim. Guldu bunu pek farketmedigini soyledi. 2 sene evvelki buyuk krizden bahsetti fakat Litvanya halki dirayetliydi. Birlikte Yunanlilara giydirme fırsatını kaçırmadım. Aldigim ciktiyi boarding pass'a cevirme vaktiydi.

Bavul sirasina girdigim anda telefonum caldi. Sarjim azdi, acip acmamakta kararsizdim. telefona baktim. Arayan annemdi. "Ne aldin lan 700 lira'ya" dedi telefondaki kizgin ses. Hoperlor acikti, hazirlandim. Sakin bir sesle, " Ucagi kacirdim abla" dedim. Bunun uzerine elimdeki telefon yuksek desibelden patladi. Isler elbetteki yolunda degildi, fakat bu kadar buyuk bir tepki beklemiyordum. Ve bu tepki buzdaginin sadece gorunen kismi idi. Bavul bildirimindeki guzel sarisin hatunu gordugumde buzdagi aklimdan cikti. Boarding pass’i aldıktan sonra B4 kapisina yollandim. Yolda fesbuyu acip ablamin tepkisine bi bakmak aklima geldi. Girişi direk karşidan gören ve fişi olan bir yer buldum. Fezbuyu actigimda isin ciddiyeti tonlarca agirligi ile uzerime indi. Ablam evvela harcadigim parayi 203 lira sanmisti anca sonra oha 700 lira tarzinda bir tepki gostermisti. Fakat Tamer... Tamer bana asla unutamayacagim bir ders vermisti. Dediğine göre ablam kredi kartimi iptal etmisti. Bu demekti ki Genova'ya gitmeyi birak, Isvec'e bile geri donemeyecektim ve geri donebilsem bile ordaki masraflarimi karsilayamayip aç sefil dolasacaktim, daha sonra Tamo kartin acik oldugunu soylese de ikinci kazigi kaba yerime tabiiki ablam sokmustu. Kartimda sadece 6,22 lira vardi. Bu dibe vurdugumun resmiydi.

Nihayet Milano'ya indim. Bancomattan para cekemeyince yikildim. 2 sene evvelinin Roma'sina geri donmustum. O zaman 1162'ye Totti formasi alacam diye tum parayi bitirmistim. Fakat mutluydum, 10 numarali forma cantamdaydi. Fakat Milano'da bitik durumdaydim. Caresizce etrafta priz ariyordum. Bilinçsizdim. Ablama ulasip durumu anlatmak istiyordum. Priz buldum. Fakat bi zengin piç prizi kullaniyordu.  Interneti kullanabilir miyim dedim. Mesgulum dedi. Va bene amua godugumunun dedim. Aklima bir sey gelmiyordu. Belki temiz hava iyi gelirdi. Sigara sarabilirdim hem de. Ozel arabalarin oldugu cikista sigarami sarmaya basladim. Etrafta bir suru insan sigara iciyordu. Isvec'te degil Italya'daydim. O an aklima dank etti. Sigara sarip satabilirdim. 7 tane sigara sardim fakat satma cesaretini icimde bulabilmek icin 2 tanesini icmek zorunda kaldim. Ve nihayet ne zamandir yanimda durmus sigara icen iki adama yaklastim. sigara almak ister misiniz dedim. Centrale'ye gitmek icin bilet parasina ihtiyacim var. Soldaki adam direk elini cebine atti. 2 euro cikartti. Digeri atti bi sey cikmadi. Oburu elini cebine bir daha atti bu sefer 5 euro kagit para cikti. Inanamiyordum. 2 euro'yu geri istedi. Sonra vazgecti. ilk denemede 7 euro'm olmustu. Ve o anda aslinda Genova tren biletini de cikarabilecegim de aklima dustu. 
O gazla ne zamandir gozledigim iki adamin yanina gittim. Adamlar fransiz cikti. Fransizca konusmami istediler. Konustuk – ben çat pat konuştum - Fransiz dilinin ne kadar boktan ve ogrenilmesi zor oldugundan bahsettim – çat pat - . Sadece ogrenilmesi zor kismina katildilar. Sonra bir şeyler söylediler anlamadım. Iki kez Fransizca dersi aldigimi soyledim. Para vermediler. Iceri girdiler. Ben de girdim. Otobusu beklemekten sikilmistim. Icerdeki enformasyon kismina otobusun nereden ve ne zaman kalkacagini sordum. Otobusler bi kat asagidaymis. Gittim bi sigara daha yaktim. Cunku 7 euro veren adamlar sigaralarimi almamislardi. Sigara bitince otobus geldi. Belediye otobusuydu. Daha en basindan kaygilanmama gerek yoktu. Ama yine de iki euro odedim. Tren parasini istasyondan toplayabilirdim. Uzun bir Milano turundan sonra (cunku gereginden fazla uzaga gitmistim) ikinci otobusle tren istasyonuna vardim. 2 sene evvel ki Italya'ya vedam aklima geldi.  Pek bir sey degismemisti Milano'da.

Istasyona girdim. Direk Genova tren bilet fiyatini sordum. Sadece 6 eurom eksikti. Direk 6 sigara sardim. Ve etrafa bakinmaya basladim. Bir kizildereli cifte yaklastim. Genova'ya gitmem gerektigini eger sigaralarima 5 euro oderlerse cok sevinecegimi soyledim. Kovboy sapkali Kizildereli direk cebine bakti ve 2 euro bulabildi. Bana uzatti parayi. Yine 1'de 1'dim. Kabile sefi Oturan Bogaya ve ve sevgili eşi Pocahontas'a tesekkur ettim. Sadece 4 euro kalmisti. Bilet parasını çıkarmama çok az kalmıştı. O gazla yapmamam gerek bir sey yaptim. Uzun paltolu asik suratli dev gibi bi herife yaklastim. Sigaralarimi sundum. Hic birsey demedi. Ben ayrildiktan sonra birilerini aradigini farkettim. Onemsemedim. Bi tane guney amerikali gence yaklastim. Parasi yoktu, yine de sigaralardan bir tanesi verdim ona. Sevindi. Hala 4 euro eksiktim. Biri zenci 3 kuzey afrikaliya yaklastim. Sigaralarimi hashis sandilar. Zenci son paralarini bir tane kahveye verdiklerini soyledi. Ufacik kahveyi 3 kişi paylasiyolardi. inandim. Birazcik muhabbeti ettik. Hashislerimin hepsini Kuzey afrikalilara verdim.

Istasyonun icerilerine ilerledigim zaman, demin beni siklemeyen dev uzun paltolu adam onume cikti. Bizimle geliceksin dedi. Direnmedim. Siyah arabaya yollandik. Arabada Sadri Alisik'tan bozma ince biyikli bir eleman vardi. Mafya olduklarini direk anladim. Belki sevkiyat vardi ve bir liman sehrine gideceklerdi. Milano Eskisehir gibi sehirdi. – bilen bilir bir sevkiyat her zaman limandan yapılır. Havanın puslu olması ve silahlardan Baretta tercih edilir -  Liman lafını duyunca umutlandim bir an. Mafya arabasi ile Genova'ya gidebilirdim ve bir şekilde kaçıp kilise yurduna ulaşırdım. Hashisi nerden buldugumu sordular. Ben onun hashis olmadigini Turk tutunu oldugunu soyledim. Inanmadilar. Butun sigaralari Kuzey afrikalara verdigim icin durumu kanitlayamiyordum. Nereli oldugumu sordular. Istanbullu'yum dedim. " KAYZER SOZE" dedi ön koltuktaki hiç konusmayan adam. " Macar mafyasindan hala nefret ediyor musun " diye sordu Sadri Alisik. " ne Macar mafyasi " dedim. Bu aksam Marsilya'da bir sevkiyat oldugundan bahsetti. Gemi full uyuşturcuyla doluydu. Eger gemiyi kaçirip içerdekileri oldürürsem, Macarlarin büyük bir sıkıntıya sokacagimi soylediler. " Ama bu imkansiz" dedim. " Kayzer Söze icin imkansiz yoktur" dedi Sadri  Alisik. Ona katildim. Kayzer Soze olmayi çok isterdim. Marsilya'ya ulasmamiz 3 saat sürdü. Gemiyi gördüm, kuru yük gemisiydi. Elime bir makineli – baretta değildi -  verip beni limanda biraktilar. “ Buona fortunata “ dedi Sadri Alisik. Bu naif dileğine " Minchia " diyerek karşılık verdim. Ona orta parmağımı göstermedim. Silah kullanabiliyordum, zaten silahı onlar vermişti. Ama terbiyesizlik etmedim. Nazik insanlara benziyorlardı. “ Minchia” diyerek yeterince terbiyesizlik etmiştim. - Italyan mafyasi cogunlukla Sicilyalilardan olusur - . Bir sure ilerledim, sonra arkama baktim. Siyah araba hala limanda bekliyordu. Kaçis yoktu. Belki de gemi boştur diye düşündüm. Tüm bu olanlar kötü bir sakadir, dedim icimden. Gemiye girdigim anda silahin kabzasini ense kokume yedim. Heryer karanlikti.

Uyandigimda anladimki; depoya benzer, havasiz bir yerde sandalyeye halat ipleri ile baglanmistim. Nasil olduysa anahtarlarim elimdeydi. Kalin halati kesmeye calistim. Basaramadim. Ayni zamanda da bir seyler hakkinda konusup Macar mafya tetikcisini lafa tutuyordum.. Bir saat sonunda tüm umudum tükendi. Elimdeki anahtarlari mafya tetikçisini yaralama maksatli firlattim. Duvardaki örümceği farketmemiştim. Zaten ufak bir şeydi." Adam beni öldürdü ". 

Genova/Italya, Kasim 2011 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder