3 Mayıs 2016 Salı

TOPÇULAR SANAYİ'DEKİ GAY BAR


                                    


Ne kadar bayat, sanatsal incelikten yoksun ve ahlaksızca okurun ilgisini çekmeye çalışan bir başlık bu dediğinizi duyar gibiyim sevgili dostlarım. "O takım şampiyon olursa soyunma odasına dalacağım diyen manken temalı galeriler"  ya da " Emma Watson'dan orgazm tavsiyeleri " ve yahut " O ünlünün son haline inanamayacaksınız " tarzı başlıklardan bir farkı olmayan bu başlığı atmak zorunda olmanın derin teessürü içinde olduğumu sizlere belirmek mecburiyetindeyim. Mamafih, bazi olgular kelimelerle anlatılmaz iken, bazılarıysa neciz kelimelere sığmaz yüce gönüllü dostlarım.

Isveç illerinin kemikleri titretecek kadar soğuk ve insanı en derin depresyonlara , zihin muhakemelerine sürükleyecek kadar karanlık şehri Umea'dan yakın dostum Çağatay'la " En yakın zamanda görüşelim kanka " sözünden 6 ay sonra nihayet buluşmuştuk. Buluşmanın bekleyen tarafı olmamak için yarım saat sonra gittiğim Rexx sinemasının önünde şahsımı 45 dakika beklettikten sonra çıkagelen kadim dostum Çağatay ile barlar sokağında kah eski günleri yad ederek kah gelecekten bahsederek geçirdiğimiz zaman sonunda saat 1'i vurmuş, boğa heykelinin önünde ve yağan yağmurun altında kadim dostluğumuz " Başın sıkışırsa ara beni " moduna tekrar geri dönmüştü.

Istanbul'un çilesine çile katan Metrobüs'ün Söğütlüçeşme durağına ilerlerken, içtiğim biraların etkisiyle büyüyen işeme ihtiyacım artık sağanak şeklinde yağmaya başlayan yağmurla birlikte iyice artıyor, etrafta acilen işeyebileceğim kuytu bir yer arıyordum. Çok geçmeden Söğütlüçeşme yolunda sıralanan binaların en sonuncusunun duvarının dibine nihayet kendimi koyverdim sevgili dostlarım. İyice hızlanan yağmurun altında ıslanmış caddede kimsecikler yoktu.

Artık bardaktan boşalırcasına yağmaya başlayan yağmurun altında, uzun pardesüm ve fötr şapkamla şehrin en gizemli vakalarını anında çözen amansız bir dedektif gibi hissediyordum. Metrobüs'ün turnikelerinden sevgili annemin 65 yaş üstü akbiliyle ücretsiz geçerken yine o doyumsuz hazzı yaşadım. Saat gecenin bir buçuğu olmasına rağmen çok geçmeden beliren metrobüse atlayıp bu güzide şehrimizin tarihi Avrupa yakasına geçerken elbette başıma gelecek bu elim ve insanı derin düşüncelere gark edecek vaziyetten habersiz neşeyle boş metrobüsün içinde yağan yağmurla ıslanmış bu güzel şehri izlemenin keyfini yaşıyordum.

Takriben yarım saat sonra pek kahraman hava ve kara şehitlerimizin mezarlarını ihtiva eden Edirnekapı mevzisine ulaştığımda yağmur artık bardaktan değil adeta mitolojik bir kovadan boşalırcasına yağıyordu. O yüzden bu şahane hava için dört ulu melekten biri olan Mikail yerine nice tanrılara ev sahibliği yapan Olimpos dağından Poseydon'a müteşekkir olmayı tercih ettim. Durağın adeta Maya tapınaklarını kıskandıracak kadar bitmek tükenmek bilmeyen merdivenlerini tırmandıktan sonra ellerimi uzun pardesümün ceplerine sokmuş, yağan yağmurdan iyice ıslanmış fötr şapkamla şehrin en azılı suçlularının korkulu rüyası dahi bir dedektif kılığına gene bürünmüştüm. Mezarlığın önünde sırtlan gibi şehrin son yolcularını bekleyen yeşil başlı minibüse binmeye tenezzül etmeyip bu melankolik havanın tadını çıkartmak için yaklaşık 4 km uzakta olan sıcak evime doğru yürümeye koyuldum.

Hava şehitliğinin önünden geçerken mermer zeminin üzerinde kaymamaya dikkat ederek bu kahraman askerlere bir fatiha okumayı ihmal etmedim. Uzun pardösümün ceplerinden çıkarttığım ellerimi , nedense sadece erkekler tarafından övülen görkemli sakalıma sürüp " Amin " diyerek duamı bitirdim. Dahi bir dedektifin özgür, gizemli ve kural tanımayan anarşik yönünün yanında cihanşümul kadim bir anlayışla ortaya çıkardığımız manevi değerlere de bağlı kalması gerektiği fikrindeyim. Bir süre sonra şehitliğin biraz ötesinde yatan anneneme de aynı fatiha'yı yolladım. O anda günün son yolcularını taşıyan sırtlan minibüs bana korna çaldı. Bıyıklı ve orta yaşlı minibüs şoförüyle bir süre bakıştık. Sonra benim minibüse binmeleyeceğimi anlayan şoför içinden sunturlu küfürler savurup gaza bastı.

Artık yolumun üzerinde başlayan sanayi bölgesiyle adeta ruhumu arındıran yağmurun altında ne zamandır buluşmayı umduğum ruhsal dinginliğimle başbaşa kalmıştım. Hızla yağan yağmurla demirden büyük girişi ıslanmış Özcanlar civata, vida atölyesini hayranlıkla baktım.  Caddenin kenarındaki ince ıslak kaldırımdan yavaş yavaş yürümeye devam ediyordum. Üzerinden geçen onlarca yıldan sonra delik deşik olmuş, aşınmış, yağmur suyunun oluk oluk aktığı yedi basamaklı beton merdiveni seyrettim ve huşu içinde : " Bu geceyi unutma Dinçer ! Bu geceyi unutmamalısın " diye kendime seslendim. Etrafta kimsecikleri yoktu. Bazı camları kırılmış Güray Makina'nın önünden geçtikten sonra, yolun karşı tarafında eskiden bir paşa konağı olan ve şimdi bir bankaya çevrilmiş güzel ve zevkli inşa edilmiş üç katlı binaya bakarken, yıllardır bitmeyen ve bittiği zaman da çirkin olmaya devam edecek inşaatın önünden yürüdüm. Karşıma çıkan, mimarisiyle Doğu Roma zamanından kalmış olduğu belli olan eski han ve şimdinin lastikçisi tek katlı yapıyı geçtikten sonra bu sefer alt katı takım elbiseciye çevrilmiş, kadim mizah geleneğimizin çok muteber karakterleri olan Hacivat ve Karagöz'ün çift katlı cumbalı evinin önünde bir süre bekledim. Cumbalı evin ikinci katının artık is tutmuş pencerelerini esefle seyrettim. Yağmur yeniden hızlanmış ve fötr şapkamın kenarlarından yağmur suları damlamaya başlamıştı.  Üşüyerek yürüdüm. Yürümeye devam etmeliydim. Topçular halk eğitim merkezi'nin önünden geçerken kaldırımın üstünde mavi bir damacana kapağı gördüm ve hızımı alarak kapağı hırsla tekmeledim. Bok gibi vurmuştum ve mavi kapak ıslak caddeye kadar gitmişti. Kapağı tekrar tekmelemeye tenezzül etmeden ellerimi ceplerime sokup fütursuzca yürümeye devam ettim. İşte o an, az ilerde türünün saldığı namın tamamiyle hakkını vererek it gibi ıslanmış bir sokak köpeğini farkettim. Köpek durmuş, ağzından burnundan yağmur suları akan suratı bana bilgelikle bakıyordu. Adeta bir Tarkovski filmi içindeydim. Kuşkusuz ki bu köpek beni  Bölge 'ye götürecek ulu yol göstericiydi! Bir süre sonra köpek bana bakmayı bırakıp, garip bir şekilde salına salına yürüyerek benzincinin ilerisinden Topçular Sanayi bölgesinin derin dehlizlerine giden dar bir bayıra saptı. 

Dar ve karanlık bayıra girdiğimde bilge köpek yerine beni " Hasel Metal sarı pirinc çubuk " karşıladı. Hemen ilerde sağda kepenklerini kapatmış " Ekiciler kalıpsan " vardı. Bayır ilerde sola sapıyordu ve yağan yağmurdan iyice kayganlaşmış bayırda pür dikkat inerken karşıma " Fursel Maden" in siyah cephesi çıktı. Biraz daha yaklaştığımda bayırın sola saptığı yerde Ekiciler Kalıpsan ve Fursel Maden arasında çok dar bir patikaya çıkan üzerinde yağmur suları parlayan beton bir merdiven gördüm. Sola sapan bayırın ucunda üçe ayrılan yola girmeden dikilmiş sokak lambasının ışığı yağan yağmurla ortamı adeta bir  film noir  sahnesine çevirmişti ve ben bir sigara yakıp arkamdaki Akıncılar Borusan'ın yaptığı oluk içinden akan yağmurun sesi eşliğinde beton merdiveni seyrediyordum. Yine içimden huşu ile " Dinçer, bu geceyi unutma oğlum ! Hep hatırla " diye seslendim kendime ve sigaramdan bir nefes daha çekip merdiven ve gittiği dar ve kapkaranlık patikaya bir kez daha baktım. " Şimdi boşu boşuna g.tü kestirmeye gerek yok amk " deyip Tayyip'in deyimiyle akl-ı selim tekrar elime aldım ve sigaram bittikten sonra sokak lambasına ve ayrılan üç karanlık yola doğru yürüdüm. Sokak lamnasının önünde geldiğimde kararsızlık içindeydim ve bu üç tekinsiz yere doğru bakıyordum. En soldaki yol otopark gibi karanlık bir yere iniyordu. Ortadaki yol hurdalık ve yıkık dökük bir binaya gidiyor ve soldaki ise çöp konteynarları ve yerdeki ıslak mukavvaların arasından daha da sola sapıyordu. 

O an soldaki yolun karanlıkları içinden acı biköpek uluması duydum. Evet! Bilge köpek bana yine Bölge de yol gösteriyordu. Hiç tereddüt etmeden ıslak mukavvalarla çöp konteynarları arasından atlayarak soldaki yola girdim. Hafiften bastıran sisle yolun ucu gözden kaybolmuştu. Karanlık ve sisin içinden ilerlemeye devam ettim. Ortada bir gariplik vardı. Gözlerim karanlığa alıştıktan sonra dar sokağın sağındaki konfeksiyon atölyesinin zemin katındaki ızgara pencerelerin üzerini kapatan onca yıldan sonra sararmış gazete küpürlerini görebiliyordum. " Çetiner Bursa'da " yazıyordu gazete başlığında. Kalp atışlarım hızlanmış, şaşkınlık ve şok içindeydim! Mamafih, bu şaşkınlığım yılların Ümit milli takım teknik direktörü ve Türk futboluna nice değerli topçu kazandırmış olan Raşit Çetiner'in her nasıl olduysa Bursaspor'a imza atıp sonrasında hatırladığım kadarıyla başarısız olup kovulmasından kaynaklanmıyordu yüce gönüllü dostlarım. Saat sabahın üçü, bu sağanak yağmurlu sis basan gecede Topçular Sanayi'nin karanlık dehlizleri içindeydim ve yanında dikildiğim bu konfeksiyon atölyesinin üst katından gecenin bu saatinde " dum tıss dum tıss dum tıss " diye gece klübünü andıran sesler geliyordu! Kafamı yukarı kaldırdığımda üst katın ızgaralı demir pencerelerin arasından arada müziğin ritmiyle yanıp sönen mor bir ışığın süzüldüğünü görmemle şaşkınlığım bir kat daha artmıştı!          

Benimle birlikte bu duruma şaşıran sevgili dostlarım olduğu gibi hala sükunetini korumakta olan görmüş geçirmiş dostlarımın da var olduğunu adım gibi biliyorum. Ağzımdan dinlemiş oldukları çeşitli ülkelerde geçen kimi zaman hüzünlü, kimi zaman heyecanlı kimi zaman eğlenceli ve en önemlisi epey ilginç olan onlarca hikayemden sonra " N'olmuşki? Alt tarafı salak gibi gecenin o vakti sanayi bölgesine girmişsin ve bir atölyeden sesler duymuşsun. Bunun için mi bize bunca satırı boşu boşuna okuttun " diyecek bu görmüş geçirmiş yüce gönüllü dostlarıma sadece bu sefil hayatımda gerçekleşmesini isteyeceğim en büyük dileğimin hikayenin burada bitmesi olacağını söyleyebilirdim. Fakat Tarkovski'nin Stalker filmindeki Yazar karakterinin de dediği gibi "Bermuda Şeytan Üçgeni diye bir şey yoktur. Sadece A kenarı, B kenarı ve C kenarı vardır". 

Bu karanlık ve sis içindeki sokakta hafif mor ışıkla aydınlanmış zemin katlardaki gazete küpürlerinin yırtıldığı bir noktadan merakla atölyenin zemin katına baktım. " dum tıss dum tıss dum tıss " ve hızla yağan yağmur sesleri eşliğinde camlarının bazıları kırılmış pencerenin içinden dikkatle bakarken içerdeki fayansla kaplı duşları farkettim. Daha dikkatli baktığımda karanlık duşların içinde kel bir kafa gördüm! Başımı iğrenerek dar ıslak sokağa çevirdiğimde, az ilerde yanıp sönen mor ışığın içinde bir görünüp bir kaybolan sırtını ıslak duvara yaslamış spor şapkalı, deri ceketli, gri eşofmanlı ve pis sakallı bir herif sigara içerek bana bakıyordu. Tüm hislerim " Siktir git burdan Dinçer " diye haykırıyordu artık. O an " dum tıss dum tıss dum tıss " seslerinin içinden bir köpek uluması duydum. İçgüdüsel olarak heyecanla arkama baktım ama bilge köpek hala kendini göstermiyordu. Önümü döndüğümde ne spor şapkalı herif ne de duşlardaki kel'den eser vardı. Kuşkusuz zihnim bana nahoş bir oyun oynuyordu. Tekrar karanlığa ve sise bulanmış sessiz sokakta " Çetiner Bursa'da " başlıklı gazete küpürüne tekrardan baktım. Fotoğrafta Raşit Çetiner bir grup taraftarın omuzunda Bursaspor kaşkolu boynunda hafif tedirgin kameraya bakıyordu. Cebimden çakmağımı çıkarttım ve tek elimle yağmura siper ederek fotoğrafa yaklaştırdım. Çetiner'in sol bacağını omuzuna almış adamı gördüğümde hızla yağan yağmurun sesine karışan kalp atışımı duyabiliyordum! Spor şapkalı, deri montlu, gri eşofmanlı bir herif büyük bir çoşkuyla bir eli Raşit Çetiner'in sol bacağında diğer elini tek yumruk yapmış marş söyluyordu! Ellerim titreyerek çakmağı yağmurdan ıslanmış camda gezdirirken Çetiner'in sağ bacağındaki kel herifi farkettim. Birden yağmur sesini bastıran " dum tıss dum tıss dum tıss " sesleri ve gecenin karanlığını yaran mor ışıkla birlikte çakmağı elimden düşürmem bir oldu! Fotoğraftaki spor şapkalı adamın deminki heriften tek farkı içindeki Bursaspor formasıydı. Heyecanla iç cebimden sigaramı çıkarttım ve çakmağımı yerden alıp ateşledim. Sigaramı yaktıktan sonra çakmağı tekrardan gazeteye yaklaştırdım. Sararmış gazete küpürü 11 sene öncesindendi. Sigaramdan derin bir nefes çekmiş, dumanın boğazımı yakmasıyla birazcık sakinleşmiştim. Fötr şapkamın yağmurdan sırılsıklam olmuş kenarını aşağı indirip, ellerimi uzun pardösümün ceplerine soktum.  Raşit Çetiner'in akibetini düşünmeye başladım. Ne kadar hafızamı zorlarsam zorlayayım Hoca'nın Bursaspor'dan kovulması sonrasını hatırlayamıyordum. Sinirsiz stressiz Ümit Milli Takım hocalığını bırakıp Bursaspor'un başına geçmesini hiçbir zaman anlayamamıştım. Raşit Hoca'yı omuzlarında taşıyan bu iki herif olaya kuşkusuz büyük bir gizem katmıştı. Detektif şapkam ve uzun pardösümle yağmurun altında dar sokakta yankılanan dum tıs dum tıss sesleri ve yanıp sönen mor ışığın içinde sigaramdan bir nefes daha çektim. Bir yanım buradan siktir olup gitmemi telkin ederken bir yanım ise coşkuyla bu davayı çözmem gerektiğini söylüyordu. Karanlık ve puslu sokakta ilerlemeye başladım. " Alemin tavşanı ben miyim lan !" diye kendi kendime söylenirken atölyenin az ilersinde üzerinde " Çevir" yazan mavi demir bir kapı gördüm. Bilge köpek yine uluyordu. Yağmurdan ıslanmış kapının her yerine dikkatle baktım. Üzerinde çevirecek bir şey yoktu. Sadece " Çevir " yazısının üstünde metalden bir ip dar bir delikten giriyordu. İpi çektiğimde köpek ulumayı kesti ve kapı dar bir kolidora açıldı. Tedirgin bir şekilde içeri girdim. Az ilerleyip koridordaki merdiveni tırmanmaya başlayınca arkamdaki demir kapı sert bir şekilde üzerime kapandı. Artık yağmurun sakinleştirici sesi yerine dum tıs dum tıs sesleri her yeri kaplamıştı. Kalbimin atışları gece klübü müziğiye birlikte artmaya başlamıştı. Merdiven beni üzerinde CRM 114 yazan bir kapıya götürdü. Bu kapının tokmağını çevirdiğimde kuşkusuz hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Tokmağı çevirip kapıyı ardına kadar açtığımda ağzımda bitmeye yüz tutmuş sigaramla şok içinde kalakalmıştım. Dostlarım aman Tanrım! Önümde ışıklı dev gece klübü topumun altında üzerinde pembe mor yeşil mavi sarı kırmızı spot ışıklarının yansıdığı bir dans pistinin üzerinde, G.O.R.A filminden Kaptan Logar ve Şafak Sezer'in projektörden dans eden iki erkeği izlerken dinlediği müziğin eşliğinde yeşil çizgili, kısa kollu ve göğüs cebinde mavi uzun Lark olan gömleğini kıllı koca göbeğinin üzerinde bağlamış ve gri kumaş pantolonun üzerinden tüm kıvrımlarını sergileyen tombul götünü büyük bir şehvetle sallayan esmer, kel ve bıyıklı bir dayı hasırdan enerji emen eski usul taburelerin üzerinde oturan bir kalabalığın ortasında dans ediyordu! Geniş pembe odanın içi Viceroy, Tekel 2000, Maltepe, Lark, LM gibi envai çeşit sigaradan çıkan dumanlarla kaplıydı. Uzun püsküllü kırmızı sarı eteklerinin içinde kıvırtarak çay tepsisi taşıyan biri Kastamonu'ya özgü yamuk kafalı diğeri kemik suratlı iki köçek kalabalığa çay servisi yapıyordu. Kimse beni farketmemiş ya da varlığıma aldırmamıştı. Kalabılığın içinde tanıdık bir surat seçtim. Bu beyaz nargile dumanı arasından gözüken Çorlulu Ali Paşa Medresesinden doğal kaslı Hıdır'den başkası değildi. Yanında ise sararmış atletiyle tabureye oturmuş ve müziğe tempo tutan Mutlu abiydi. Mutlu Abi elinde pembe başlı marpucu tutan Hıdır'a " Marpucu alabilir miyim ? " diye kendinden beklenmeyecek bir kibarlıkla sordu. Hıdır güldü ve " Bilmem alabilir misin ? " diyerek belki de espri yapmamıştı.  Biraz ilerledikten sonra duvarın dibinde tabureye oturmuş yılların pos bıyıklı Mihrimah Sultan Hamamı tellağını farkettim. Kıllı omuzları, kolları ve göbeğiyle peştemalli bir şekilde çayını yudumlayıp etrafı büyük bir ciddiyetle izliyordu. Kucağında evrakta sahtecilikten Stanford açık cezaevinde altı ay yatmış Naci Bey, ranza arkadaşı Jamal'ın büyük bir incelikle hediye ettiği kıyafetiyle pistte dans eden dayıya alkış tutuyordu. Onların yanında pembe kireç duvarları Uzun adam fotoğrafları ile kaplamış " Istırırım Reyiz " elinde kime ait olduğu pekala belli olan bir fotoğrafı yalıyordu. Istırırım Reyiz'in hemen yanında  kendilerine hakim olamayarak piste fırlayıp Sivas yöremize özgü halay çekmeye başlayan üç yaşlı adam, tabii ki de Nobrain.dk dedeleriydi. Artık boşalmış bu üç taburenin yanında oturan çocukluğumda defalarca izlediğim Polis Akademisi filmindeki gay bar'dan artık buranın namını nasıl duymuşlarsa kopup gelmiş polis kıyafetiyle gururla arzı endam  eden iki adam, aralarında ingilizce konuşuyor, bir yandan da çay tepsisiyle yanlarına gelen köçeği süzüyorlardı. Fakat birazdan yanlarına Istanbul Forum H&M mağazasının pos bıyıklı kaslı kasiyeri oturunca artık o yamuk kafalı köçeği görmez olmuşlardı. Iki polis kasiyerin kaslı kollarını yoklamaya koyulduklarında hemen yanlarındaki cam bölmenin içinde, belki de kendisine geçici olarak tahsis edilmiş laptobu önünde " internet kafede mastürbasyon yapan adam " olarak nam salmış " Pardon Reyis " arada tek elini kaldırıp etrafında kendine aldırmayan kalabalıktan özür diliyordu. Cam bölmenin hemen yanından köylü kepli kepli iki dayı koridorun içinden ilerleyip oradaki asansöre bindiler. Arkalarından koridora girip iki yandaki özel odalara nazar etmemeye imtina ederek temkinli bir şekilde ilerlerdim. Karşıma üzerinde Bursaspor arması olan bir kapı çıktı. Evet ! Tüm davayı çözecek şey kuşkusuz bu odanın içindeydi. Heyecanla kapıyı araladım.

Bu küçük odanın her tarafı Bursaspor kaşkolları ve Bursaspor'un eski kadrolarının fotoğrafları ile kaplıydı. Yandaki monitorden " Sen uzman mısın ? Sen bilirkişi misin ? Sen kimsin lan ?! " diyen bir adamın videosu gösteriliyordu. Karşı duvarın dibinde yeşil beyaz renkte büyük bir sandık gördüm. Heyecandan kalbim yerinden fırlayacak gibiydi! Sandığı yavaşça açtım. Gözlerime inanamıyordum. Sandığın içinde yeşil beyaz renge boyanmış tüm vücudunu kaplayan deri bir giysiyle boynundan tasmalı Raşit Çetiner bana yalvaran gözlerle bakıyordu! O an arkamdan gelen bir sesle irkildim. " Bu sefer çok ileri gittin detektif !" Önümü döndüğümde spor şapkalı pis sakallı adam ve kel makyaj kapmış travesti kıyafetleri içinde bana bakıyorlardı. Onları görmemle kafama inen bir kütük darbesini hissetmem bir oldu.

Artık her taraf karanlıktı. Aydınlanma umudunun olmadığı ıssız bir karanlık.

Yanağımda bir ıslaklıkla uyandım. Gözlerimi açtığımda bilge köpeğin beni sevgi ile yaladığını farkettim. Doğruldum ve etrafıma baktım. Duvarları rutubet yünleriyle kaplı küçük bir oda içerisindeydim. Karşımda bir ayna vardı. Aynanın rafında ise başı kırılmış üzüm renginden bir şişe. O an Tarkovski'nin Bölge 'sindeki tüm dileklerin gerçekleştiği Oda'nın içinde olduğumu anladım. Yanımdaki köpeğin başını okşayarak büyük bir huzurla dileğimi tuttum. Her taraf beyaz bir ışıkla kaplandı.

Topçular sanayi'nin çıkışında yapmurun altında yürüyordum. İçimden " Bu geceyi unutma Dinçer ! Unutmamalısın " diye seslendim kendime. Yağmur tüm hızıyla devam ederken şapkamın ıslanmış kenarını aşağı indirip ellerimi uzun pardösümün cebine soktum. Gecenin karanlığında sıcak evime doğru yola koyuldum

                                                                               Istanbul, 2016


2 yorum:

  1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil