3 Mayıs 2016 Salı

TOPÇULAR SANAYİ'DEKİ GAY BAR


                                    


Ne kadar bayat, sanatsal incelikten yoksun ve ahlaksızca okurun ilgisini çekmeye çalışan bir başlık bu dediğinizi duyar gibiyim sevgili dostlarım. "O takım şampiyon olursa soyunma odasına dalacağım diyen manken temalı galeriler"  ya da " Emma Watson'dan orgazm tavsiyeleri " ve yahut " O ünlünün son haline inanamayacaksınız " tarzı başlıklardan bir farkı olmayan bu başlığı atmak zorunda olmanın derin teessürü içinde olduğumu sizlere belirmek mecburiyetindeyim. Mamafih, bazi olgular kelimelerle anlatılmaz iken, bazılarıysa neciz kelimelere sığmaz yüce gönüllü dostlarım.

Isveç illerinin kemikleri titretecek kadar soğuk ve insanı en derin depresyonlara , zihin muhakemelerine sürükleyecek kadar karanlık şehri Umea'dan yakın dostum Çağatay'la " En yakın zamanda görüşelim kanka " sözünden 6 ay sonra nihayet buluşmuştuk. Buluşmanın bekleyen tarafı olmamak için yarım saat sonra gittiğim Rexx sinemasının önünde şahsımı 45 dakika beklettikten sonra çıkagelen kadim dostum Çağatay ile barlar sokağında kah eski günleri yad ederek kah gelecekten bahsederek geçirdiğimiz zaman sonunda saat 1'i vurmuş, boğa heykelinin önünde ve yağan yağmurun altında kadim dostluğumuz " Başın sıkışırsa ara beni " moduna tekrar geri dönmüştü.

Istanbul'un çilesine çile katan Metrobüs'ün Söğütlüçeşme durağına ilerlerken, içtiğim biraların etkisiyle büyüyen işeme ihtiyacım artık sağanak şeklinde yağmaya başlayan yağmurla birlikte iyice artıyor, etrafta acilen işeyebileceğim kuytu bir yer arıyordum. Çok geçmeden Söğütlüçeşme yolunda sıralanan binaların en sonuncusunun duvarının dibine nihayet kendimi koyverdim sevgili dostlarım. İyice hızlanan yağmurun altında ıslanmış caddede kimsecikler yoktu.

Artık bardaktan boşalırcasına yağmaya başlayan yağmurun altında, uzun pardesüm ve fötr şapkamla şehrin en gizemli vakalarını anında çözen amansız bir dedektif gibi hissediyordum. Metrobüs'ün turnikelerinden sevgili annemin 65 yaş üstü akbiliyle ücretsiz geçerken yine o doyumsuz hazzı yaşadım. Saat gecenin bir buçuğu olmasına rağmen çok geçmeden beliren metrobüse atlayıp bu güzide şehrimizin tarihi Avrupa yakasına geçerken elbette başıma gelecek bu elim ve insanı derin düşüncelere gark edecek vaziyetten habersiz neşeyle boş metrobüsün içinde yağan yağmurla ıslanmış bu güzel şehri izlemenin keyfini yaşıyordum.

Takriben yarım saat sonra pek kahraman hava ve kara şehitlerimizin mezarlarını ihtiva eden Edirnekapı mevzisine ulaştığımda yağmur artık bardaktan değil adeta mitolojik bir kovadan boşalırcasına yağıyordu. O yüzden bu şahane hava için dört ulu melekten biri olan Mikail yerine nice tanrılara ev sahibliği yapan Olimpos dağından Poseydon'a müteşekkir olmayı tercih ettim. Durağın adeta Maya tapınaklarını kıskandıracak kadar bitmek tükenmek bilmeyen merdivenlerini tırmandıktan sonra ellerimi uzun pardesümün ceplerine sokmuş, yağan yağmurdan iyice ıslanmış fötr şapkamla şehrin en azılı suçlularının korkulu rüyası dahi bir dedektif kılığına gene bürünmüştüm. Mezarlığın önünde sırtlan gibi şehrin son yolcularını bekleyen yeşil başlı minibüse binmeye tenezzül etmeyip bu melankolik havanın tadını çıkartmak için yaklaşık 4 km uzakta olan sıcak evime doğru yürümeye koyuldum.

Hava şehitliğinin önünden geçerken mermer zeminin üzerinde kaymamaya dikkat ederek bu kahraman askerlere bir fatiha okumayı ihmal etmedim. Uzun pardösümün ceplerinden çıkarttığım ellerimi , nedense sadece erkekler tarafından övülen görkemli sakalıma sürüp " Amin " diyerek duamı bitirdim. Dahi bir dedektifin özgür, gizemli ve kural tanımayan anarşik yönünün yanında cihanşümul kadim bir anlayışla ortaya çıkardığımız manevi değerlere de bağlı kalması gerektiği fikrindeyim. Bir süre sonra şehitliğin biraz ötesinde yatan anneneme de aynı fatiha'yı yolladım. O anda günün son yolcularını taşıyan sırtlan minibüs bana korna çaldı. Bıyıklı ve orta yaşlı minibüs şoförüyle bir süre bakıştık. Sonra benim minibüse binmeleyeceğimi anlayan şoför içinden sunturlu küfürler savurup gaza bastı.

Artık yolumun üzerinde başlayan sanayi bölgesiyle adeta ruhumu arındıran yağmurun altında ne zamandır buluşmayı umduğum ruhsal dinginliğimle başbaşa kalmıştım. Hızla yağan yağmurla demirden büyük girişi ıslanmış Özcanlar civata, vida atölyesini hayranlıkla baktım.  Caddenin kenarındaki ince ıslak kaldırımdan yavaş yavaş yürümeye devam ediyordum. Üzerinden geçen onlarca yıldan sonra delik deşik olmuş, aşınmış, yağmur suyunun oluk oluk aktığı yedi basamaklı beton merdiveni seyrettim ve huşu içinde : " Bu geceyi unutma Dinçer ! Bu geceyi unutmamalısın " diye kendime seslendim. Etrafta kimsecikleri yoktu. Bazı camları kırılmış Güray Makina'nın önünden geçtikten sonra, yolun karşı tarafında eskiden bir paşa konağı olan ve şimdi bir bankaya çevrilmiş güzel ve zevkli inşa edilmiş üç katlı binaya bakarken, yıllardır bitmeyen ve bittiği zaman da çirkin olmaya devam edecek inşaatın önünden yürüdüm. Karşıma çıkan, mimarisiyle Doğu Roma zamanından kalmış olduğu belli olan eski han ve şimdinin lastikçisi tek katlı yapıyı geçtikten sonra bu sefer alt katı takım elbiseciye çevrilmiş, kadim mizah geleneğimizin çok muteber karakterleri olan Hacivat ve Karagöz'ün çift katlı cumbalı evinin önünde bir süre bekledim. Cumbalı evin ikinci katının artık is tutmuş pencerelerini esefle seyrettim. Yağmur yeniden hızlanmış ve fötr şapkamın kenarlarından yağmur suları damlamaya başlamıştı.  Üşüyerek yürüdüm. Yürümeye devam etmeliydim. Topçular halk eğitim merkezi'nin önünden geçerken kaldırımın üstünde mavi bir damacana kapağı gördüm ve hızımı alarak kapağı hırsla tekmeledim. Bok gibi vurmuştum ve mavi kapak ıslak caddeye kadar gitmişti. Kapağı tekrar tekmelemeye tenezzül etmeden ellerimi ceplerime sokup fütursuzca yürümeye devam ettim. İşte o an, az ilerde türünün saldığı namın tamamiyle hakkını vererek it gibi ıslanmış bir sokak köpeğini farkettim. Köpek durmuş, ağzından burnundan yağmur suları akan suratı bana bilgelikle bakıyordu. Adeta bir Tarkovski filmi içindeydim. Kuşkusuz ki bu köpek beni  Bölge 'ye götürecek ulu yol göstericiydi! Bir süre sonra köpek bana bakmayı bırakıp, garip bir şekilde salına salına yürüyerek benzincinin ilerisinden Topçular Sanayi bölgesinin derin dehlizlerine giden dar bir bayıra saptı. 

Dar ve karanlık bayıra girdiğimde bilge köpek yerine beni " Hasel Metal sarı pirinc çubuk " karşıladı. Hemen ilerde sağda kepenklerini kapatmış " Ekiciler kalıpsan " vardı. Bayır ilerde sola sapıyordu ve yağan yağmurdan iyice kayganlaşmış bayırda pür dikkat inerken karşıma " Fursel Maden" in siyah cephesi çıktı. Biraz daha yaklaştığımda bayırın sola saptığı yerde Ekiciler Kalıpsan ve Fursel Maden arasında çok dar bir patikaya çıkan üzerinde yağmur suları parlayan beton bir merdiven gördüm. Sola sapan bayırın ucunda üçe ayrılan yola girmeden dikilmiş sokak lambasının ışığı yağan yağmurla ortamı adeta bir  film noir  sahnesine çevirmişti ve ben bir sigara yakıp arkamdaki Akıncılar Borusan'ın yaptığı oluk içinden akan yağmurun sesi eşliğinde beton merdiveni seyrediyordum. Yine içimden huşu ile " Dinçer, bu geceyi unutma oğlum ! Hep hatırla " diye seslendim kendime ve sigaramdan bir nefes daha çekip merdiven ve gittiği dar ve kapkaranlık patikaya bir kez daha baktım. " Şimdi boşu boşuna g.tü kestirmeye gerek yok amk " deyip Tayyip'in deyimiyle akl-ı selim tekrar elime aldım ve sigaram bittikten sonra sokak lambasına ve ayrılan üç karanlık yola doğru yürüdüm. Sokak lamnasının önünde geldiğimde kararsızlık içindeydim ve bu üç tekinsiz yere doğru bakıyordum. En soldaki yol otopark gibi karanlık bir yere iniyordu. Ortadaki yol hurdalık ve yıkık dökük bir binaya gidiyor ve soldaki ise çöp konteynarları ve yerdeki ıslak mukavvaların arasından daha da sola sapıyordu. 

O an soldaki yolun karanlıkları içinden acı biköpek uluması duydum. Evet! Bilge köpek bana yine Bölge de yol gösteriyordu. Hiç tereddüt etmeden ıslak mukavvalarla çöp konteynarları arasından atlayarak soldaki yola girdim. Hafiften bastıran sisle yolun ucu gözden kaybolmuştu. Karanlık ve sisin içinden ilerlemeye devam ettim. Ortada bir gariplik vardı. Gözlerim karanlığa alıştıktan sonra dar sokağın sağındaki konfeksiyon atölyesinin zemin katındaki ızgara pencerelerin üzerini kapatan onca yıldan sonra sararmış gazete küpürlerini görebiliyordum. " Çetiner Bursa'da " yazıyordu gazete başlığında. Kalp atışlarım hızlanmış, şaşkınlık ve şok içindeydim! Mamafih, bu şaşkınlığım yılların Ümit milli takım teknik direktörü ve Türk futboluna nice değerli topçu kazandırmış olan Raşit Çetiner'in her nasıl olduysa Bursaspor'a imza atıp sonrasında hatırladığım kadarıyla başarısız olup kovulmasından kaynaklanmıyordu yüce gönüllü dostlarım. Saat sabahın üçü, bu sağanak yağmurlu sis basan gecede Topçular Sanayi'nin karanlık dehlizleri içindeydim ve yanında dikildiğim bu konfeksiyon atölyesinin üst katından gecenin bu saatinde " dum tıss dum tıss dum tıss " diye gece klübünü andıran sesler geliyordu! Kafamı yukarı kaldırdığımda üst katın ızgaralı demir pencerelerin arasından arada müziğin ritmiyle yanıp sönen mor bir ışığın süzüldüğünü görmemle şaşkınlığım bir kat daha artmıştı!          

Benimle birlikte bu duruma şaşıran sevgili dostlarım olduğu gibi hala sükunetini korumakta olan görmüş geçirmiş dostlarımın da var olduğunu adım gibi biliyorum. Ağzımdan dinlemiş oldukları çeşitli ülkelerde geçen kimi zaman hüzünlü, kimi zaman heyecanlı kimi zaman eğlenceli ve en önemlisi epey ilginç olan onlarca hikayemden sonra " N'olmuşki? Alt tarafı salak gibi gecenin o vakti sanayi bölgesine girmişsin ve bir atölyeden sesler duymuşsun. Bunun için mi bize bunca satırı boşu boşuna okuttun " diyecek bu görmüş geçirmiş yüce gönüllü dostlarıma sadece bu sefil hayatımda gerçekleşmesini isteyeceğim en büyük dileğimin hikayenin burada bitmesi olacağını söyleyebilirdim. Fakat Tarkovski'nin Stalker filmindeki Yazar karakterinin de dediği gibi "Bermuda Şeytan Üçgeni diye bir şey yoktur. Sadece A kenarı, B kenarı ve C kenarı vardır". 

Bu karanlık ve sis içindeki sokakta hafif mor ışıkla aydınlanmış zemin katlardaki gazete küpürlerinin yırtıldığı bir noktadan merakla atölyenin zemin katına baktım. " dum tıss dum tıss dum tıss " ve hızla yağan yağmur sesleri eşliğinde camlarının bazıları kırılmış pencerenin içinden dikkatle bakarken içerdeki fayansla kaplı duşları farkettim. Daha dikkatli baktığımda karanlık duşların içinde kel bir kafa gördüm! Başımı iğrenerek dar ıslak sokağa çevirdiğimde, az ilerde yanıp sönen mor ışığın içinde bir görünüp bir kaybolan sırtını ıslak duvara yaslamış spor şapkalı, deri ceketli, gri eşofmanlı ve pis sakallı bir herif sigara içerek bana bakıyordu. Tüm hislerim " Siktir git burdan Dinçer " diye haykırıyordu artık. O an " dum tıss dum tıss dum tıss " seslerinin içinden bir köpek uluması duydum. İçgüdüsel olarak heyecanla arkama baktım ama bilge köpek hala kendini göstermiyordu. Önümü döndüğümde ne spor şapkalı herif ne de duşlardaki kel'den eser vardı. Kuşkusuz zihnim bana nahoş bir oyun oynuyordu. Tekrar karanlığa ve sise bulanmış sessiz sokakta " Çetiner Bursa'da " başlıklı gazete küpürüne tekrardan baktım. Fotoğrafta Raşit Çetiner bir grup taraftarın omuzunda Bursaspor kaşkolu boynunda hafif tedirgin kameraya bakıyordu. Cebimden çakmağımı çıkarttım ve tek elimle yağmura siper ederek fotoğrafa yaklaştırdım. Çetiner'in sol bacağını omuzuna almış adamı gördüğümde hızla yağan yağmurun sesine karışan kalp atışımı duyabiliyordum! Spor şapkalı, deri montlu, gri eşofmanlı bir herif büyük bir çoşkuyla bir eli Raşit Çetiner'in sol bacağında diğer elini tek yumruk yapmış marş söyluyordu! Ellerim titreyerek çakmağı yağmurdan ıslanmış camda gezdirirken Çetiner'in sağ bacağındaki kel herifi farkettim. Birden yağmur sesini bastıran " dum tıss dum tıss dum tıss " sesleri ve gecenin karanlığını yaran mor ışıkla birlikte çakmağı elimden düşürmem bir oldu! Fotoğraftaki spor şapkalı adamın deminki heriften tek farkı içindeki Bursaspor formasıydı. Heyecanla iç cebimden sigaramı çıkarttım ve çakmağımı yerden alıp ateşledim. Sigaramı yaktıktan sonra çakmağı tekrardan gazeteye yaklaştırdım. Sararmış gazete küpürü 11 sene öncesindendi. Sigaramdan derin bir nefes çekmiş, dumanın boğazımı yakmasıyla birazcık sakinleşmiştim. Fötr şapkamın yağmurdan sırılsıklam olmuş kenarını aşağı indirip, ellerimi uzun pardösümün ceplerine soktum.  Raşit Çetiner'in akibetini düşünmeye başladım. Ne kadar hafızamı zorlarsam zorlayayım Hoca'nın Bursaspor'dan kovulması sonrasını hatırlayamıyordum. Sinirsiz stressiz Ümit Milli Takım hocalığını bırakıp Bursaspor'un başına geçmesini hiçbir zaman anlayamamıştım. Raşit Hoca'yı omuzlarında taşıyan bu iki herif olaya kuşkusuz büyük bir gizem katmıştı. Detektif şapkam ve uzun pardösümle yağmurun altında dar sokakta yankılanan dum tıs dum tıss sesleri ve yanıp sönen mor ışığın içinde sigaramdan bir nefes daha çektim. Bir yanım buradan siktir olup gitmemi telkin ederken bir yanım ise coşkuyla bu davayı çözmem gerektiğini söylüyordu. Karanlık ve puslu sokakta ilerlemeye başladım. " Alemin tavşanı ben miyim lan !" diye kendi kendime söylenirken atölyenin az ilersinde üzerinde " Çevir" yazan mavi demir bir kapı gördüm. Bilge köpek yine uluyordu. Yağmurdan ıslanmış kapının her yerine dikkatle baktım. Üzerinde çevirecek bir şey yoktu. Sadece " Çevir " yazısının üstünde metalden bir ip dar bir delikten giriyordu. İpi çektiğimde köpek ulumayı kesti ve kapı dar bir kolidora açıldı. Tedirgin bir şekilde içeri girdim. Az ilerleyip koridordaki merdiveni tırmanmaya başlayınca arkamdaki demir kapı sert bir şekilde üzerime kapandı. Artık yağmurun sakinleştirici sesi yerine dum tıs dum tıs sesleri her yeri kaplamıştı. Kalbimin atışları gece klübü müziğiye birlikte artmaya başlamıştı. Merdiven beni üzerinde CRM 114 yazan bir kapıya götürdü. Bu kapının tokmağını çevirdiğimde kuşkusuz hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Tokmağı çevirip kapıyı ardına kadar açtığımda ağzımda bitmeye yüz tutmuş sigaramla şok içinde kalakalmıştım. Dostlarım aman Tanrım! Önümde ışıklı dev gece klübü topumun altında üzerinde pembe mor yeşil mavi sarı kırmızı spot ışıklarının yansıdığı bir dans pistinin üzerinde, G.O.R.A filminden Kaptan Logar ve Şafak Sezer'in projektörden dans eden iki erkeği izlerken dinlediği müziğin eşliğinde yeşil çizgili, kısa kollu ve göğüs cebinde mavi uzun Lark olan gömleğini kıllı koca göbeğinin üzerinde bağlamış ve gri kumaş pantolonun üzerinden tüm kıvrımlarını sergileyen tombul götünü büyük bir şehvetle sallayan esmer, kel ve bıyıklı bir dayı hasırdan enerji emen eski usul taburelerin üzerinde oturan bir kalabalığın ortasında dans ediyordu! Geniş pembe odanın içi Viceroy, Tekel 2000, Maltepe, Lark, LM gibi envai çeşit sigaradan çıkan dumanlarla kaplıydı. Uzun püsküllü kırmızı sarı eteklerinin içinde kıvırtarak çay tepsisi taşıyan biri Kastamonu'ya özgü yamuk kafalı diğeri kemik suratlı iki köçek kalabalığa çay servisi yapıyordu. Kimse beni farketmemiş ya da varlığıma aldırmamıştı. Kalabılığın içinde tanıdık bir surat seçtim. Bu beyaz nargile dumanı arasından gözüken Çorlulu Ali Paşa Medresesinden doğal kaslı Hıdır'den başkası değildi. Yanında ise sararmış atletiyle tabureye oturmuş ve müziğe tempo tutan Mutlu abiydi. Mutlu Abi elinde pembe başlı marpucu tutan Hıdır'a " Marpucu alabilir miyim ? " diye kendinden beklenmeyecek bir kibarlıkla sordu. Hıdır güldü ve " Bilmem alabilir misin ? " diyerek belki de espri yapmamıştı.  Biraz ilerledikten sonra duvarın dibinde tabureye oturmuş yılların pos bıyıklı Mihrimah Sultan Hamamı tellağını farkettim. Kıllı omuzları, kolları ve göbeğiyle peştemalli bir şekilde çayını yudumlayıp etrafı büyük bir ciddiyetle izliyordu. Kucağında evrakta sahtecilikten Stanford açık cezaevinde altı ay yatmış Naci Bey, ranza arkadaşı Jamal'ın büyük bir incelikle hediye ettiği kıyafetiyle pistte dans eden dayıya alkış tutuyordu. Onların yanında pembe kireç duvarları Uzun adam fotoğrafları ile kaplamış " Istırırım Reyiz " elinde kime ait olduğu pekala belli olan bir fotoğrafı yalıyordu. Istırırım Reyiz'in hemen yanında  kendilerine hakim olamayarak piste fırlayıp Sivas yöremize özgü halay çekmeye başlayan üç yaşlı adam, tabii ki de Nobrain.dk dedeleriydi. Artık boşalmış bu üç taburenin yanında oturan çocukluğumda defalarca izlediğim Polis Akademisi filmindeki gay bar'dan artık buranın namını nasıl duymuşlarsa kopup gelmiş polis kıyafetiyle gururla arzı endam  eden iki adam, aralarında ingilizce konuşuyor, bir yandan da çay tepsisiyle yanlarına gelen köçeği süzüyorlardı. Fakat birazdan yanlarına Istanbul Forum H&M mağazasının pos bıyıklı kaslı kasiyeri oturunca artık o yamuk kafalı köçeği görmez olmuşlardı. Iki polis kasiyerin kaslı kollarını yoklamaya koyulduklarında hemen yanlarındaki cam bölmenin içinde, belki de kendisine geçici olarak tahsis edilmiş laptobu önünde " internet kafede mastürbasyon yapan adam " olarak nam salmış " Pardon Reyis " arada tek elini kaldırıp etrafında kendine aldırmayan kalabalıktan özür diliyordu. Cam bölmenin hemen yanından köylü kepli kepli iki dayı koridorun içinden ilerleyip oradaki asansöre bindiler. Arkalarından koridora girip iki yandaki özel odalara nazar etmemeye imtina ederek temkinli bir şekilde ilerlerdim. Karşıma üzerinde Bursaspor arması olan bir kapı çıktı. Evet ! Tüm davayı çözecek şey kuşkusuz bu odanın içindeydi. Heyecanla kapıyı araladım.

Bu küçük odanın her tarafı Bursaspor kaşkolları ve Bursaspor'un eski kadrolarının fotoğrafları ile kaplıydı. Yandaki monitorden " Sen uzman mısın ? Sen bilirkişi misin ? Sen kimsin lan ?! " diyen bir adamın videosu gösteriliyordu. Karşı duvarın dibinde yeşil beyaz renkte büyük bir sandık gördüm. Heyecandan kalbim yerinden fırlayacak gibiydi! Sandığı yavaşça açtım. Gözlerime inanamıyordum. Sandığın içinde yeşil beyaz renge boyanmış tüm vücudunu kaplayan deri bir giysiyle boynundan tasmalı Raşit Çetiner bana yalvaran gözlerle bakıyordu! O an arkamdan gelen bir sesle irkildim. " Bu sefer çok ileri gittin detektif !" Önümü döndüğümde spor şapkalı pis sakallı adam ve kel makyaj kapmış travesti kıyafetleri içinde bana bakıyorlardı. Onları görmemle kafama inen bir kütük darbesini hissetmem bir oldu.

Artık her taraf karanlıktı. Aydınlanma umudunun olmadığı ıssız bir karanlık.

Yanağımda bir ıslaklıkla uyandım. Gözlerimi açtığımda bilge köpeğin beni sevgi ile yaladığını farkettim. Doğruldum ve etrafıma baktım. Duvarları rutubet yünleriyle kaplı küçük bir oda içerisindeydim. Karşımda bir ayna vardı. Aynanın rafında ise başı kırılmış üzüm renginden bir şişe. O an Tarkovski'nin Bölge 'sindeki tüm dileklerin gerçekleştiği Oda'nın içinde olduğumu anladım. Yanımdaki köpeğin başını okşayarak büyük bir huzurla dileğimi tuttum. Her taraf beyaz bir ışıkla kaplandı.

Topçular sanayi'nin çıkışında yapmurun altında yürüyordum. İçimden " Bu geceyi unutma Dinçer ! Unutmamalısın " diye seslendim kendime. Yağmur tüm hızıyla devam ederken şapkamın ıslanmış kenarını aşağı indirip ellerimi uzun pardösümün cebine soktum. Gecenin karanlığında sıcak evime doğru yola koyuldum

                                                                               Istanbul, 2016


9 Şubat 2016 Salı

65 YAŞ ÜSTÜ AKBİL





Dostlarım, Istanbul’a döndüğümden beri, belki Cengiz Üstün’ün “Macerayı seven adam “ karakterinde olduğu gibi bir adrenalin tutkumdan dolayı belki de beş parasız olduğumdan, annemin 65 yaş üstü akbilini vapur, tramway ve metro’da ücretsiz geçmek için ve de tabii ki bir kanun kaçağı olmanın hazzını yaşamak için kullanmaktayım. Topkapı surdibindeki otobüs duraklarında 28’in kapısının açılmasını beklemekteydim. Sigaramı içerken, şoförün otobüsü terkedip şoför mahallini boş bıraktığını farkettiğim anda karşı konulmaz macera tutkuma yenik düştüm. Evet! Annem’in akbilini bir kez bile olsa otobüste de kullanmalıydım! tam zamanıydı ! Sigaramı yarısında attım. Etrafıma bakmadan otobüse bindim ve akbili bastım. o muazzam ‘ dı, dı ‘ sesi otobüsün içinde yankılandı. Tam otobüs’ün içlerinde doğru ilerleyecekken motorun başında 4 kişi birden gördüm! Kafalarını çevirmiş, hiç bir şey demeden bana bakıyorlardı. Adeta vahşi batı kasabasının barına bir yalnız yabancı olarak girmiştim. ‘Biz burada yabancıları sevmeyiz adamım, siktir git’ diyeceklerini duyar gibiydim. Sessizlik içinde ve karşılıklı bakışmalarla birbirimizin gücünü tartarken en öndeki adamın şoför uniforması giydiğini farkettim.  Lanet olsun! Sonunda lanet olası federaller tarafından enselenmiştim! Bir süre daha bakıştık. Adam birazdan ‘Birader 65 yaş üstü bastın. Hiç bir ayağı çukurda bir ihtiyar gibi görünmüyorsun. Ver ulan o akbili!’ diyeceğini adım gibi biliyordum. Sessizlik dayanılmazdı ! Şoför uniformalı sonunda ince bir sesle konuştu: “ Yanlış otobüse bindiniz, sıradaki otobüs hemen yandaki, soför beye söylersiniz buraya akbil bastığınızı “ Beni şoke eden adamın inanılmaz kibarlığı mıydı yoksa söylediği sözler miydi bilemedim. Teşekkür edip rahatlamış bir şekilde arabadan indim. Diğer arabadaki kel şoförün önünden kendi Istanbul kartımı bastım. 2.5 lira düştü. Millet caddesi’nde trafik vardı. Şoför’den kapıyı açmasını rica ettim ve tramway’ın turnikesine anamın akbilini basıp Beşiktaş’a doğru yola koyuldum.      


                                                                Istanbul, Şubat 2016




4 Ocak 2016 Pazartesi

Bir Italya hikayesi : Örümceğin Laneti





Uyandigimda anladimki; depoya benzer, havasiz bir yerde sandalyeye halat ipleri ile baglanmistim. Nasil olduysa anahtarlarim elimdeydi. Kalin halati kesmeye calistim. Başaramadim. Ayni zamanda da birazcık vakit kazanmak için Macar mafya tetikçisini lafa tutuyordum. Bir saat sonunda tüm umudum tükendi. Elimdeki anahtarlari mafya tetikçisini yaralama maksatli firlattim...

Saat sabahın 4’ünde kar yağışı altında esen tipiye – tipi zaten kar yağışıyla olur, saçmalık - karşı otoyolun kenarında yürüyordum. Burada ne işim vardı Allah aşkına, ne yapıyordum ben ! Otoyoldaki tır şoförlerinin bakışlarını an ve an üzerimde hissederek buz gibi soğukta yoluma devam ediyordum. Birden Faiz aklıma geldi. Bazen insan böyle uzun yürüyüşler yaparken aklına gereksiz düşünceler üşüşür. Faiz, - evet ismi buydu adamın ! – TDK: (isim), (ekonomi) İşletmek için bir yere ödünç verilen paraya karşılık alınan kâr, getiri, nema. Ona derdim ki “ what kind of name you got ? “ a god damn economic term “ Interest ! You say that you are religious person, don’t you know Faiz is haram in Islam ? “ Bana bakardı ve derdi “ Are you finished ? “. Ben “ Yes, I guess “. Gülerek derdi ki “ No, Dino ! You are not Finnish, you are Turkish !!! “  Bu onun favori esprisiydi. Gecenin 3’ünde mutfakta bir şeyler tıkınırken karşıma geçmiş katıla katıla gülüyordu lanet adam. İyi ki ona yılbaşında seneye görüşürüz esprisini yapmamıştım. Bana bir yere gidip gitmediğimi sordu. Normalde etrafta gece gündüz pijamayla dolaşırım ben. Havaalanına gideceğimi söyledim ve arabasıyla beni bırakmasını rica ettim. Ayrıca onun o Pakistanlı çirkin yüzünü gecenin bu vakti görmekten de  ilk defa sevinç duyduğumu ekledim. Reddetti, “ yarın erken kalkmam lazım Dino “ dedi. Alt tarafı 20 dakikasını alacaktı. Fazla üstelemedim. Veda ettikten sonra kapıya yöneldim. “ Hey nereye gidiyorsun ? “ diye sordu aceleyle. Öyle bir ses tonu vardi ki, umutlandım, belki de demin o gereksiz şakalarından birini yapıyordu ve aslında beni havaalanına götürecekti. Ona baktım. O da bana baktı. Bir süre bakıştık. Garip bir sessizlik oldu. Sonra herifin meraktan bu soruyu sorduğunu anladım. “ Italya “ dedim ve dışarı çıktım.

Çok yorgundum. Hayat mı beni yormuştu ? Pek sanmıyorum. 24 yaşındaydım ve 45 dakika olarak hesapladığım bu yürüyüşte 1 buçuk saati geride bırakmıştım. Geriye dönüp baktım, bir tır geliyordu. İyice kenara çekildim. Tır büyük bir gürültüyle yanımdan hızla geçti. Ayrıca ulaşmaya çalıştığım köprü de bir türlü yakınlaşmıyordu. Dün sınav için gecelemiş ve sabahın köründe 6 saatlik sınava girmiştim. O yorgunlukla yürüdüm, daha yürüdüm ve sonra gene yürüdüm. Köprü bir süre sonra doğal olarak yakınlaştı, ona tırmandım. Artık köprünün üstündeydim ve sadece 15 dakikalık yürüme mesafesi kalmıştı. Nehre ve ilerde görünen şehrin ışıklarını eyrettim bir süre. Ayaklarım buz kesmişti. Geriye kalan yolculuk 45 dakika sürdü. Sabahın 5’buçuğu vurduğunda – Italya’da değildim ama yarım saatte bir vuran kilise çanlarından bu vurmak kelimesini kullanabilirim sanırım - . Evet sanki gavur memleket Italya’nın havasına daha şimdiden girmiştim. Hazır Italya’nın havasına girmişken ufacık havaalının bekleme salonunda Erika ve onun gri eşofmanını gördüm. Erika 200 metre mesafeden bile sezebileceğinin erkeksiliğiyle lesbiyen olduğunu dakikasında anlayabilirdiniz – tabii ki gözleri miyop olanları bu cümlenin hükmünden ayrı tutuyorum. Ben de zaten bir arkadaştan alıntı yaptım (hayır Legolas değil) –  . Miyop arkadaşların bana teşekkür etmesine gerek yok tabiiki, Lütfen Legolas’a da teşekkür etmeyin. Erika Italyandı. Ikimizde şaşırmıştık. Elinle biz Türklerin izah hareketi olarak algıladığı hareketle burada ne işim olduğunu sordu. Saçma bir soruydu. Havaalanında trene binecek değildim. Yine de yanıtladım. Italya’ya gidecek olmama şaşırdı. Ben de ona arsızca bana sorduğu soruyu tekrarladım. Erika annesini uğurlamaya gelmişti. Bir süre sonra Milano’ya ulaşmayı planladığım o yere batasıca uçakta Erika’nın annesiyle yanyanaydık. Uçak bomboştu ama bize koltukları yanyana vermişlerdi. Saç koruyucu şampuanımı – reklam olmasın diye marka vermiyorum ama tv’deki reklamında dünyayı kurtaran adam Cüneyt Arkın artık beyazlamış gür saçlarının yanını elleriyle tarayıp seyirciye saçlarınınız dökülmesin diyerek bir mesaj veriyordu. Saçlarım hala dökülüyordu Kara Murat, Fatih’in fedaisi ! Filmlerinde dürüst Türk polisini canlandıran ütopik bir karaktere inanmıştım -  ve C vitamini suyuma sahip çıkan Erika’ya minnet borçluydum ve annesinin yol boyunca sıkılmaması için elimden geleni yapacaktım. Uzun sesssizliklerden hoşlanmam. Fransız isminden – Giselle – girip Erika’nın onunla Italyanca konuşmaya çalıştığım zaman kızmasına kadar anlatıp muhabbeti harladım. Açıkçası bu havadan sudan muhabbette Italyan bir kadını bastırdığıma inanamıyordum. Kadının hızlı Torino aksanından bir şey anlamıyordum. Ben anlattım o da onayladı bazen de güldü. Uçak Riga’ya inmek yerine Vassa’ya konunca bir şeylerden şüphelenmek gerekirken, kadına şakayla karışık uçağın kaçırılma ihtimalinden bahsediyordum. Vassa’dan planörden bozma bir uçak ile Riga’ya vardık. Giselle benden birazcık sıkılmış gibiydi. Beni derin uykumdan uyandırdığı zaman ona küfür ettiğimi sanmıştı. Insanların anlamadığı küfürleri etmekten hoşlanırım. Havaalanı binasına girdiğimizde “ Posso capire che vuole dormire un’ po “ dedi. Evet uyumak istiyordum. Ayrıldık. Fakat aklima lanet olasi bilgisayarim dusmustu. Saat 9 sulariydi. Bilgisayarimi actim. olacaklardan habersiz olan ablamla skype'ta chat yaptik biraz. Sonra internette haber sitelerini tıkladım ve biraz beyin sapıma egzersiz yaptırdım. Internette pek ilginc bi seyler yoktu. Buna ragmen tıklamalarım bittiğinde saat 10'u vuruyordu. Bir an Giselle ile goz goze geldik. Yorgundum, uyumak istiyordum. daha bir saat vardi ve ulkeler arasindaki saat farkindan bihaberdim. Uyandigimda etrafta kimsecikler yoktu. Herkes ucaktaydi ve kapilar kapanmisti. Malkoçoğlu’na güvendiğim gibi Giselle'e de guvenmekle hata yapmistim. 19 yasinda yasadigim stresi 24 yasimda tekrar yasiyordum. Morpheus'un sozu aklima geldi. " Bazi seyler degisir, bazi seyler ise degismez " ve kabul etmemiz gerekirki Morpheus bunu Niobe’ye soylediginde zerre karizmatik degildi. Derhal kapidaki kadinla konustum. Arayabilecegim kimse yoktu. Geçen sene Selanik’e giderken dağın başındaki Skavsta havaalanında tanıştığım Litvanyali hatun Aurelija Elzbieta cok uzaklarda Malta'daydi.  Kadin beni transfer centre'a yolladi. Stresten ziyade sinir bozuklugu icerisindeydim. Transfer centre'da onumdeki gurultucu aile de sinirimi daha fazla bozmaktan baska hic birsey yapmadi.

Milano'ya inmeliydim, Milano olmassa herhangi bir Italyan sehri, o da olmassa, Italya'ya yakin ulkelerden birine gidecektim. Gurultucu aileye bakarken A'dan Z'ye planlarimi kurmaya basladim. C plani Frankfurt daha olasi gozukuyordu. Sadece iki saat sonraydi. Tek endisem Almanya'daki pahali tren fiyatlari idi. Gurultucu aile mekani terk ettiginde transfer centre' daki kadin onume Berlin ve Hamburg secenklerini sundu. Cok uzaktilar, baska opsiyonum var mi dedim. Baltic Air'de yok ama Lufthansa'da Frankfurt var dedi. Kendi bilet fiyatlarindan bahsetti. Frankfurt'u sordum. Fikri olmadigini soyledi ve bana Lufthansa ofisini tarif etti. Allak bullak olmus zihnim ofisi anca 5. seferde bulabildi. Ofiste söylediklerime cok guzel gulen nazik bir hanfendi vardi. – Güzel gülen kadınlar her zaman hoşuma gitmiştir -  Bana Milano ucagi da buldu. Boylece trene binmek zorunda kalmicaktim. Fiyat Milano ucagi ile birlikte bekledigim kadardi. 203 LU yani 300 Euro, direk affetmeyip Euro'dan daha degerli olan Litvanya parasini  ovdum. Euro bolgesi disinda olmalarinin akillica bir karar oldugunu ekledim. Guldu bunu pek farketmedigini soyledi. 2 sene evvelki buyuk krizden bahsetti fakat Litvanya halki dirayetliydi. Birlikte Yunanlilara giydirme fırsatını kaçırmadım. Aldigim ciktiyi boarding pass'a cevirme vaktiydi.

Bavul sirasina girdigim anda telefonum caldi. Sarjim azdi, acip acmamakta kararsizdim. telefona baktim. Arayan annemdi. "Ne aldin lan 700 lira'ya" dedi telefondaki kizgin ses. Hoperlor acikti, hazirlandim. Sakin bir sesle, " Ucagi kacirdim abla" dedim. Bunun uzerine elimdeki telefon yuksek desibelden patladi. Isler elbetteki yolunda degildi, fakat bu kadar buyuk bir tepki beklemiyordum. Ve bu tepki buzdaginin sadece gorunen kismi idi. Bavul bildirimindeki guzel sarisin hatunu gordugumde buzdagi aklimdan cikti. Boarding pass’i aldıktan sonra B4 kapisina yollandim. Yolda fesbuyu acip ablamin tepkisine bi bakmak aklima geldi. Girişi direk karşidan gören ve fişi olan bir yer buldum. Fezbuyu actigimda isin ciddiyeti tonlarca agirligi ile uzerime indi. Ablam evvela harcadigim parayi 203 lira sanmisti anca sonra oha 700 lira tarzinda bir tepki gostermisti. Fakat Tamer... Tamer bana asla unutamayacagim bir ders vermisti. Dediğine göre ablam kredi kartimi iptal etmisti. Bu demekti ki Genova'ya gitmeyi birak, Isvec'e bile geri donemeyecektim ve geri donebilsem bile ordaki masraflarimi karsilayamayip aç sefil dolasacaktim, daha sonra Tamo kartin acik oldugunu soylese de ikinci kazigi kaba yerime tabiiki ablam sokmustu. Kartimda sadece 6,22 lira vardi. Bu dibe vurdugumun resmiydi.

Nihayet Milano'ya indim. Bancomattan para cekemeyince yikildim. 2 sene evvelinin Roma'sina geri donmustum. O zaman 1162'ye Totti formasi alacam diye tum parayi bitirmistim. Fakat mutluydum, 10 numarali forma cantamdaydi. Fakat Milano'da bitik durumdaydim. Caresizce etrafta priz ariyordum. Bilinçsizdim. Ablama ulasip durumu anlatmak istiyordum. Priz buldum. Fakat bi zengin piç prizi kullaniyordu.  Interneti kullanabilir miyim dedim. Mesgulum dedi. Va bene amua godugumunun dedim. Aklima bir sey gelmiyordu. Belki temiz hava iyi gelirdi. Sigara sarabilirdim hem de. Ozel arabalarin oldugu cikista sigarami sarmaya basladim. Etrafta bir suru insan sigara iciyordu. Isvec'te degil Italya'daydim. O an aklima dank etti. Sigara sarip satabilirdim. 7 tane sigara sardim fakat satma cesaretini icimde bulabilmek icin 2 tanesini icmek zorunda kaldim. Ve nihayet ne zamandir yanimda durmus sigara icen iki adama yaklastim. sigara almak ister misiniz dedim. Centrale'ye gitmek icin bilet parasina ihtiyacim var. Soldaki adam direk elini cebine atti. 2 euro cikartti. Digeri atti bi sey cikmadi. Oburu elini cebine bir daha atti bu sefer 5 euro kagit para cikti. Inanamiyordum. 2 euro'yu geri istedi. Sonra vazgecti. ilk denemede 7 euro'm olmustu. Ve o anda aslinda Genova tren biletini de cikarabilecegim de aklima dustu. 
O gazla ne zamandir gozledigim iki adamin yanina gittim. Adamlar fransiz cikti. Fransizca konusmami istediler. Konustuk – ben çat pat konuştum - Fransiz dilinin ne kadar boktan ve ogrenilmesi zor oldugundan bahsettim – çat pat - . Sadece ogrenilmesi zor kismina katildilar. Sonra bir şeyler söylediler anlamadım. Iki kez Fransizca dersi aldigimi soyledim. Para vermediler. Iceri girdiler. Ben de girdim. Otobusu beklemekten sikilmistim. Icerdeki enformasyon kismina otobusun nereden ve ne zaman kalkacagini sordum. Otobusler bi kat asagidaymis. Gittim bi sigara daha yaktim. Cunku 7 euro veren adamlar sigaralarimi almamislardi. Sigara bitince otobus geldi. Belediye otobusuydu. Daha en basindan kaygilanmama gerek yoktu. Ama yine de iki euro odedim. Tren parasini istasyondan toplayabilirdim. Uzun bir Milano turundan sonra (cunku gereginden fazla uzaga gitmistim) ikinci otobusle tren istasyonuna vardim. 2 sene evvel ki Italya'ya vedam aklima geldi.  Pek bir sey degismemisti Milano'da.

Istasyona girdim. Direk Genova tren bilet fiyatini sordum. Sadece 6 eurom eksikti. Direk 6 sigara sardim. Ve etrafa bakinmaya basladim. Bir kizildereli cifte yaklastim. Genova'ya gitmem gerektigini eger sigaralarima 5 euro oderlerse cok sevinecegimi soyledim. Kovboy sapkali Kizildereli direk cebine bakti ve 2 euro bulabildi. Bana uzatti parayi. Yine 1'de 1'dim. Kabile sefi Oturan Bogaya ve ve sevgili eşi Pocahontas'a tesekkur ettim. Sadece 4 euro kalmisti. Bilet parasını çıkarmama çok az kalmıştı. O gazla yapmamam gerek bir sey yaptim. Uzun paltolu asik suratli dev gibi bi herife yaklastim. Sigaralarimi sundum. Hic birsey demedi. Ben ayrildiktan sonra birilerini aradigini farkettim. Onemsemedim. Bi tane guney amerikali gence yaklastim. Parasi yoktu, yine de sigaralardan bir tanesi verdim ona. Sevindi. Hala 4 euro eksiktim. Biri zenci 3 kuzey afrikaliya yaklastim. Sigaralarimi hashis sandilar. Zenci son paralarini bir tane kahveye verdiklerini soyledi. Ufacik kahveyi 3 kişi paylasiyolardi. inandim. Birazcik muhabbeti ettik. Hashislerimin hepsini Kuzey afrikalilara verdim.

Istasyonun icerilerine ilerledigim zaman, demin beni siklemeyen dev uzun paltolu adam onume cikti. Bizimle geliceksin dedi. Direnmedim. Siyah arabaya yollandik. Arabada Sadri Alisik'tan bozma ince biyikli bir eleman vardi. Mafya olduklarini direk anladim. Belki sevkiyat vardi ve bir liman sehrine gideceklerdi. Milano Eskisehir gibi sehirdi. – bilen bilir bir sevkiyat her zaman limandan yapılır. Havanın puslu olması ve silahlardan Baretta tercih edilir -  Liman lafını duyunca umutlandim bir an. Mafya arabasi ile Genova'ya gidebilirdim ve bir şekilde kaçıp kilise yurduna ulaşırdım. Hashisi nerden buldugumu sordular. Ben onun hashis olmadigini Turk tutunu oldugunu soyledim. Inanmadilar. Butun sigaralari Kuzey afrikalara verdigim icin durumu kanitlayamiyordum. Nereli oldugumu sordular. Istanbullu'yum dedim. " KAYZER SOZE" dedi ön koltuktaki hiç konusmayan adam. " Macar mafyasindan hala nefret ediyor musun " diye sordu Sadri Alisik. " ne Macar mafyasi " dedim. Bu aksam Marsilya'da bir sevkiyat oldugundan bahsetti. Gemi full uyuşturcuyla doluydu. Eger gemiyi kaçirip içerdekileri oldürürsem, Macarlarin büyük bir sıkıntıya sokacagimi soylediler. " Ama bu imkansiz" dedim. " Kayzer Söze icin imkansiz yoktur" dedi Sadri  Alisik. Ona katildim. Kayzer Soze olmayi çok isterdim. Marsilya'ya ulasmamiz 3 saat sürdü. Gemiyi gördüm, kuru yük gemisiydi. Elime bir makineli – baretta değildi -  verip beni limanda biraktilar. “ Buona fortunata “ dedi Sadri Alisik. Bu naif dileğine " Minchia " diyerek karşılık verdim. Ona orta parmağımı göstermedim. Silah kullanabiliyordum, zaten silahı onlar vermişti. Ama terbiyesizlik etmedim. Nazik insanlara benziyorlardı. “ Minchia” diyerek yeterince terbiyesizlik etmiştim. - Italyan mafyasi cogunlukla Sicilyalilardan olusur - . Bir sure ilerledim, sonra arkama baktim. Siyah araba hala limanda bekliyordu. Kaçis yoktu. Belki de gemi boştur diye düşündüm. Tüm bu olanlar kötü bir sakadir, dedim icimden. Gemiye girdigim anda silahin kabzasini ense kokume yedim. Heryer karanlikti.

Uyandigimda anladimki; depoya benzer, havasiz bir yerde sandalyeye halat ipleri ile baglanmistim. Nasil olduysa anahtarlarim elimdeydi. Kalin halati kesmeye calistim. Basaramadim. Ayni zamanda da bir seyler hakkinda konusup Macar mafya tetikcisini lafa tutuyordum.. Bir saat sonunda tüm umudum tükendi. Elimdeki anahtarlari mafya tetikçisini yaralama maksatli firlattim. Duvardaki örümceği farketmemiştim. Zaten ufak bir şeydi." Adam beni öldürdü ". 

Genova/Italya, Kasim 2011