hakkını vermek gerek film biraz karışık. sonunda ise
her şeyin net açıklandığı bir film değil. yalnız dikkatle izlenirse içindeki
felsefeyi anlamak zor değil.
insanın en büyük düşmanı olan egoyu konu alan bir film. filmin bazı kısımları anlamsız ya da çözmesi zor bulmaca gibi gelebilir fakat böyle bir başyapıtın tüm sorulara cevabı olduğunu düşünüyorum.
öncelikle filmde kesinlikle çoklu kişilik bozukluğu var. ister adına şizofreni deyin, ister çift kişilik olayı deyin. çünkü kapalı alanlardan korkan birisinin 10 yıl yerine 5 yıllık hücre hapsini seçmesini ancak böyle açıklanabilir. hücre cezası sırasında tanıştıgı santranç ustası ve üç kağıtçının parayı nerede sakladığına kadar kendi hakkında her şeyi bilmesi ve kendisinin onlar hakkında pek bir şey bilmemesi de onların aslında kendi kişilikleri olduğunu gösteriyor. bu iki arkadaşı, kendilerini tefeci olarak gösterip parayı aslında hiç geri alamayacakları ihtiyaç sahibi kimselere vererek egoyla ilk savaşı başlatmış oluyorlar.
filmle ilgili en fazla ipucunun verildiği yer ise binanın çatısındaki golf oynama sahnesi. satranç ustası adam: "sam gold" kim diye soruyor ve sonra devam ediyor: "rakibinin saklanacağı yer neresidir". jake cevap olarak: "en son bakacağın" yer diyor ve santraç ustası: "onu o kadar uzun zaman dinledin ki onun sen olduğuna inandın". burada bahsettiği egosu. ve ayrıca sam gold'un da aynı kişi oldugunu burada anlıyoruz.
sam gold = jake green = avi = zach
zaten filmde bir çok kez vurgulanan şey sam gold'un canını sıkan kimse hayatta kalamaz. "o üçü hariç hiç kimse :)" ve devam ediyor. "bu onun dünyası. her şeyi o kontrol eder. yapman gerekenleri o söyler. ve ne zaman yapacağını da. var olan bütün acıların ardında o vardır. işlenen tüm suçların ardında. ve şimdi de sana var olmadığını söylüyor. biz sadece seni gelmiş geçmiş tek düşmanla şavaşa soktuk. sense onun en iyi dostun olduğunu sanıyorsun."
burada tabii ki yine egoyu tarif ediyorlar. ve sam gold'un aslında jake'in egosunu simgelediğini anlıyoruz. filmde bir de bay macha'dan özür dileme ve asansör sahneleri var ki burada egosuyla mücadelesi açıkça gözümüze sokuluyor. "yatağın başına gittiğinde gerçek düşmanı yok etmek için algıladığım düşmanı kullanmalıyım" diyor. gerçek düşman egosu. algıladığı düşmansa etiyle kemiğiyle karşısında duran bay macha. burada hala egosuyla mücadele ettigini görüyoruz.
egosu ona tam tersi şeyler söylüyor. onu hemen oracıkta öldürmesi gibi. ama o bunu yapmayıp bay macha'dan özür diliyor ve onu öven şeyler söylüyor. bu sırada iç sesi yani egosu sürekli tam tersi davranması için onu zorluyor ama o egosuna galip geliyor. burada asansör korkusu olduğu halde asansöre binebilmesinin sırrı da bu zaten. şimdiye kadar yapmak istediği veya yapmak istemediği her konuda kararı veren egosuydu. ama artık o andan itibaren tüm kararları kendisi veriyor. asansöre bindikten sonra yine egosunun bu durumdan hiç de hoşnut olmadığını ve inmesi gerektigini söylediğini görüyoruz ama tabi adamımız artık onu pek sallamıyor :)
"seni duyabiliyorum" diyor ve bundan sonra jake'in egosundan farklı bir kişi olduğunun tamamen farkına vardığını anlıyoruz. ve iç sesi "ben senim" dediğinde, "hayır sen ben değilsin" diyor. ve santranç ustasının sözleri geliyor aklına: ''yaptığı en büyük numara seni buna inandırmaktı. yani kendisinin sen olduğuna'' ve artık verdigi savaşta egosuna galip geliyor. bunu da tabii ki algıladığı düşmanı kullanarak yapıyor. yani bay macha'dan özür dileyerek.
filmin sonunda ise çeşitli doktor ya da profesörlerin ego hakkındaki görüşlerine yer veriyorlar. başından beri anlatmaya çalıştıkları şeyi biraz daha bilimsel şekilde açıklıyorlar. belki de filmin bu denli tartışılmasından dolayı insanların biraz daha iyi anlamarı için.
filmin herkese hitap etmeyeceği bir gerçek, bu konuya ilgi duyanlar içinse şaheser niteliğinde. konusu itibariyle de daha önce bir benzeri hiç çekilmemiş. bu haliyle benim için kesinlikle bir başyapıt. her izlediğimde hayata dair bazı şeyleri sorgulamama sebep oluyor. insanlara bakış açım değişiyor. kendi egoma "sen ben değilsin" diyorum. gerçek düşmanla yüzleşmek yerine içimdekiyle yüzleşiyorum. az da olsa.
insanın en büyük düşmanı olan egoyu konu alan bir film. filmin bazı kısımları anlamsız ya da çözmesi zor bulmaca gibi gelebilir fakat böyle bir başyapıtın tüm sorulara cevabı olduğunu düşünüyorum.
öncelikle filmde kesinlikle çoklu kişilik bozukluğu var. ister adına şizofreni deyin, ister çift kişilik olayı deyin. çünkü kapalı alanlardan korkan birisinin 10 yıl yerine 5 yıllık hücre hapsini seçmesini ancak böyle açıklanabilir. hücre cezası sırasında tanıştıgı santranç ustası ve üç kağıtçının parayı nerede sakladığına kadar kendi hakkında her şeyi bilmesi ve kendisinin onlar hakkında pek bir şey bilmemesi de onların aslında kendi kişilikleri olduğunu gösteriyor. bu iki arkadaşı, kendilerini tefeci olarak gösterip parayı aslında hiç geri alamayacakları ihtiyaç sahibi kimselere vererek egoyla ilk savaşı başlatmış oluyorlar.
filmle ilgili en fazla ipucunun verildiği yer ise binanın çatısındaki golf oynama sahnesi. satranç ustası adam: "sam gold" kim diye soruyor ve sonra devam ediyor: "rakibinin saklanacağı yer neresidir". jake cevap olarak: "en son bakacağın" yer diyor ve santraç ustası: "onu o kadar uzun zaman dinledin ki onun sen olduğuna inandın". burada bahsettiği egosu. ve ayrıca sam gold'un da aynı kişi oldugunu burada anlıyoruz.
sam gold = jake green = avi = zach
zaten filmde bir çok kez vurgulanan şey sam gold'un canını sıkan kimse hayatta kalamaz. "o üçü hariç hiç kimse :)" ve devam ediyor. "bu onun dünyası. her şeyi o kontrol eder. yapman gerekenleri o söyler. ve ne zaman yapacağını da. var olan bütün acıların ardında o vardır. işlenen tüm suçların ardında. ve şimdi de sana var olmadığını söylüyor. biz sadece seni gelmiş geçmiş tek düşmanla şavaşa soktuk. sense onun en iyi dostun olduğunu sanıyorsun."
burada tabii ki yine egoyu tarif ediyorlar. ve sam gold'un aslında jake'in egosunu simgelediğini anlıyoruz. filmde bir de bay macha'dan özür dileme ve asansör sahneleri var ki burada egosuyla mücadelesi açıkça gözümüze sokuluyor. "yatağın başına gittiğinde gerçek düşmanı yok etmek için algıladığım düşmanı kullanmalıyım" diyor. gerçek düşman egosu. algıladığı düşmansa etiyle kemiğiyle karşısında duran bay macha. burada hala egosuyla mücadele ettigini görüyoruz.
egosu ona tam tersi şeyler söylüyor. onu hemen oracıkta öldürmesi gibi. ama o bunu yapmayıp bay macha'dan özür diliyor ve onu öven şeyler söylüyor. bu sırada iç sesi yani egosu sürekli tam tersi davranması için onu zorluyor ama o egosuna galip geliyor. burada asansör korkusu olduğu halde asansöre binebilmesinin sırrı da bu zaten. şimdiye kadar yapmak istediği veya yapmak istemediği her konuda kararı veren egosuydu. ama artık o andan itibaren tüm kararları kendisi veriyor. asansöre bindikten sonra yine egosunun bu durumdan hiç de hoşnut olmadığını ve inmesi gerektigini söylediğini görüyoruz ama tabi adamımız artık onu pek sallamıyor :)
"seni duyabiliyorum" diyor ve bundan sonra jake'in egosundan farklı bir kişi olduğunun tamamen farkına vardığını anlıyoruz. ve iç sesi "ben senim" dediğinde, "hayır sen ben değilsin" diyor. ve santranç ustasının sözleri geliyor aklına: ''yaptığı en büyük numara seni buna inandırmaktı. yani kendisinin sen olduğuna'' ve artık verdigi savaşta egosuna galip geliyor. bunu da tabii ki algıladığı düşmanı kullanarak yapıyor. yani bay macha'dan özür dileyerek.
filmin sonunda ise çeşitli doktor ya da profesörlerin ego hakkındaki görüşlerine yer veriyorlar. başından beri anlatmaya çalıştıkları şeyi biraz daha bilimsel şekilde açıklıyorlar. belki de filmin bu denli tartışılmasından dolayı insanların biraz daha iyi anlamarı için.
filmin herkese hitap etmeyeceği bir gerçek, bu konuya ilgi duyanlar içinse şaheser niteliğinde. konusu itibariyle de daha önce bir benzeri hiç çekilmemiş. bu haliyle benim için kesinlikle bir başyapıt. her izlediğimde hayata dair bazı şeyleri sorgulamama sebep oluyor. insanlara bakış açım değişiyor. kendi egoma "sen ben değilsin" diyorum. gerçek düşmanla yüzleşmek yerine içimdekiyle yüzleşiyorum. az da olsa.
(forzamakine, 05.11.2012 22:32)